Kafamda şu an ne var ise görüşüm de o, veya öylesine bir kayıt

Bu son haftalar tuhaf sıvıların vicudumda miktar değiştirmeleri, kimyamın bozulması, duygularımın ve düşüncelerimin şiddetle birbirinden ayrılamaz halde karışması ve bulanıklıkla geçti. Bir yandan da sanki düşüncelerim de bir barikattan daha kurtuldu. Ara da açlık çektiğimi saklamayacağım hala da buna kalıcı bir çözüm bulabilmiş değilim. Yakınımdakilere bahsettiğim bu durum aslında yaşantımdan teoriye çevirme evresinde- çünkü her nasılsa bu açlıktan sıyrılıp şık bir mekanda kahve ve konyak içeceğim de olası olduğundan- ve bu durumdan (ne aç ne tok ) zerre kadar utanmadığımdan dolayı, madem bu durumdayım bu durumda olup içine kapananlar için konuşayım istedim. Sıkıntıdan da romanlara daldım.
Fazla da uzun konuşmayacağım.

---

Doksanlar başında 2000'li yılları hayal ederdim, milenyum olduğundan dolayı son derece kitch biçimde girilen bir yıl oldu 2000. Ben yaşımı durumumu hesaplarken tarihte yüzyıl başlarının yaratıcılığın ve her tür insan üretiminin en muhteşem zamanı genellemsini düşünürdüm. Ben yüzyıl başı bunalımına ve aynı zamanda bunun yaratıcılığının fışkırdığı bir zamanda 30 lu yaşlarıma geleceğim, şahane zaman diye düşünürdüm. Bu bana umutlu gelirdi. Savaş çıkmasa bari derdim ama hepimiz dünya savaşının artık yayıldığı ve sıradanlaştığı bir döneme girdik. Herneyse bu kollektif bir yaratıcılığın olumlu bir histerinin dönemi ( sinerji olabilir kelime) tahayyülü ve isteğiydi.

Böyle planlamamıştım. Ama şimdi tüm bu pisliğin içinde parlamaya çalışan ahlaktan-etikten ve iyilikten bahsedebiliyorum. Benden ve benden daha gençten, benden daha yaşlı ve aklını ideolojilerin çamurundan korumuş olanlardan bahsetmek de mümkün. Tuhaf bir şekilde beni bu önceden hayalini kurduğum yüzyılbaşı zenginliğine doğru götüren, eşzamanlı birçok yerde gördüğüm küçük ama önemli hareketlerden, sözlerden, durumlardan bahsetmek mümkün. Yani her tür travmamıza rağmen gülebilmek yapabilmek halleri. İşte tahammül gösteremediğim ise kötü insanlar. oportunistler. hipokratlar.çekimserler.aptallar.

Karışmasın. Ben samimi egoistliklerin taraftarıyım, söylemek istediklerini düşündüklerini ısrarla uygulayanlardan ve bu türden bir saygısızlıktan yanayım. Fikrini beğenmesemde meydana çıkıp konuşanı ben çok beyeniyorum. Ahkamlarımızı keselim... Bu ne kendimizi ne de fikrimizi yüceltmek olarak görmesin kimse, düşündüklerimizi söyleyebilelim. Bunu çok ağız yaparsa bir yere varırız. Burda yetişkinlere özgü değerlere gerek yok.

Romanlara daldım demişken... Elizabet Bowen'in muhteşem romanı "the House in Paris" ini yeni bitirdim.(Paris de bir ev) Hayatımda ilk kez bir filme ağlar gibi bir kitabı okurken ağladım. Kitap; "the present, the past" ve "the present" adlı üç bölümden oluşuyor. (şimdi, geçmiş, şimdi) İki çocuk bir şekilde Paris' de bir evde ilk defa karşılaşırlar, bu günden sonra yaşayacakları yerlere gitmek üzere bu evde bir gün geçirirler. Ev sahibi Miss Fischer ve hasta annesi bu evde yaşamaktadır. Henrietta ve Leopold'un akıllı diyalogları yetişkin olmanın insanda gerçekler karşısında ve diğer insanlara karşı tutumlarında yalancılığın çeşitli biçimlerde nasıl yerleştiğini veya direkt tavır almanın kötülük veya egoizm gibi olumsuzlandığını bir daha gösterdi bana.
Bu kaliteli bir davranış mıydı şimdi?
Aslında kitap bunun üzerine değil şimdi aklıma geliveren bir bağlantı bu, kitabı yeni okumamın tazeliğinden.

Leopold özgüveni yüksek ve sorgulayan, gideceği yer belirsiz, yetim, evlat edinilmiş. Annesi gelmiyor ve o hıçkırıklarla ağlıyor.

Tam o dakkada, "Hayalgücü şimdi yok olduğunda biter." der Bowen.

Şimdi yaşamakta olduğun "çıkmaz" hissi, geleceğini de geçmişini de ve hayalgücünü de bitirir.

-----

Düşünüyorum. İnsan olarak dünyamız ne kadar sınırlı diye, akvaryumumuzla.

Sanki şu -en zenginleri vuran-ekonomik kriz bir tekrar düşünme ve durumu değerlendirmemize yol açtı. Sanki herkes bir anda aynı şeye yüzünü çevirdi herşeyin cok ufak parçalara ayrıldığı ve kitlelerin birlikte aynı şeye yoğunlaşmasının olanaklı olmadığı bir zamanda sanki herkes bunu uzun zamandır ilk kez yapıyor. Aynı anda bakabiliyoruz. (Tabi bu boyle % 100 arkasında duracağım birşey değil) ama akşam sohbetini ettiğim, gündüz gazetede ve ertesi gün başka birisinin söylediği... sanki herkes yarım kalan yerden tamamlayınca sohbeti bilmeden üstelik, insanda böyle bir izlenim yaratmıyor değil.

Sanki kriz ekonomik değil ben en çok bu kısmı seviyorum.

Bu bir kriz.

Konuştuğumuz sadece ekonomi değil çünkü. Konuştuğumuz şey insanlığın krizi en amiane tabiriyle...

----

"...to change the rules, change the tools"

Daha önceki kayıtlarda var. Alıntıyı tamamen yanlış hatırlamışım hatta kendime göre değiştirmişim. Bahsettiğim ve kendime sanata yonttuğum bu cümle Lee Felsenstein adlı radikal-solcu bir bilgisayar mühendisine ait. Kişisel Bilgisayarın yaratıcılarından (PC) ve internetin öncül modellerinden birisi olan bilgisayarların birleştirilmesi fikrini ortaya atmış Felsenstein. Teknolojinin sosyal etkisne ilişkin fikirleriyse İvan illyc etkisiyle geliştirmiş. Akademik çevreler tarafından pek kabul görmeyen illyic radikal pedagoji adamlarından. (Bkz. Freire.)Daha çok anarşist çevreler tarafından benimsenen önerileri uygulanması büyük değişiklikleri gerektirdiği için zor belki. Ama üzerine çalıştığı birkaç nokta var ki, şimdi çok fazla yararlanılabilir ve ilgi çekici. Güncelliğini yitirmeyecek görüşler bunlar, sürekli ve aşırı kurumsallaşan ortamda öğrenmenin yaşam boyu süren bir faaliyet olduğuna ve özellikle insanların bilgi eksikliğinden ötürü fikir üretmekten veya bir konu hakkında yorumda bulunmaktan çekiniyor olmalarını engellemek için ortaya attığı görüşler. Lee Felsenstain'ı da etkileyen eğitimin yapısı ve araçları hakkındaki görüşleri.

Aslında çok yol alınmış bakılınca. İşte internet bilgiye demokratik ve katılımcı bir alan açtı ama bunu yaparken bilgisayarı başında oturan insan açmıdır, susuzmudur işte bu sosyal adaletsizlik çözümlenmiş değil. Deniz Gül işte çok çok güzel yazmış "maddi olmayan emek" hakkında. Emeğinin değerini enformasyona dayalı ekonomilerde kişi belirleyebiliyor. Makina başında çalışan kişiye göre görece özgür bile sayılır ademoğlu.

Otoriter ve hiyererşik kurumların çağında -etkili olması beklenmeyen- imkansızlığı apaçık olan fikirler aslında düşünme pratiğimize açıklık getiriyor İllyic. Lee Felsenstain'in yaptığı gibi ben de kendi alanımda, kendi birikimlerimle değerlendirmek istedim görüşlerini.

Kuralları değiştirmek için araçları değiştir.

http://en.wikipedia.org/wiki/Lee_Felsenstein

-----

Yani ne bileyim, bilmiş düşünen bir akıl gerekli. Bu doğru yanlış kategorisi de olanaklı değil artık, kullanılamaz durumda. Şu ayar dediğim şey işte kendini tasarlamaktan geçiyor galiba. Handiyse, aklın yolu bir. Yeterki düşünelim bir.
Saplanıp kalmayalım.

En büyük gücümüz.

- ben seninle gelmiyorum.

diyebilmek.

- ben seninle gelmiyorum. git ve beni bırak.


-----

No comments:

Search This Blog