Şikayet Etme: Yap!

GERÇEK SÖYLEYİCİSİ olarak SANATÇI:

-AYAR

Doz.
Birşeylerden elimizde olabilir ama onu olabilecek en iyi biçimde kullanamazsak. Elimizdeki de işe yaramayabilir. Teoriler, fikirler, düşünceler hatta davranışlar bile. Her tür bilgi ayarı kaçınca sakatlanır. Aşırılaşan düşünceler kullanılmaz hale gelebilirler veya yeterince radikalleşmeyenler de işe yaramayabilir. Yani şeylerin yapılışı ve düzenlenişindeki kendi içindeki tutarlılıktan neyin neden yapıldığının iyi bilinmesi gerekirliği. Ben buna "ayar" diyorum. Neyi nerede yapacağını, söyleyeceğini, düşüneceğini ve en önemlisi nerede durduğunu bilme gerekliliği... Gerçeğin söylenmesi de bu ayara tabidir. En çok ne önemli derseler. Ben de "ayar" yapabilme kabiliyeti derdim.

Çünkü dildeki sakatlık ayarımızı bozuyor.
Paralax diyelim.

-----

Evet hepimiz biliyoruz işte dünya boktan bir yer ve birşeylerin ucundan tutup aslında görünmeyeni yüzeye taşıyan veya taşımaya çalışan kişi sanatçı olmalı. Benden bir artı, kendi yaşam biçimiyle de kararlarıyla da bundan sorumlu da, nasıl olursa olsun sorumlu. Hangi sınıftan gelirse hangi durumda olursa olsun kendini sorumlu hisseden kişi. Karakterinin bu yönünü açığa vurmaktan çekinmeyen ve eylemleri ile sözlerine gereken değeri kazandırmak zorunda olan kişi.

Ben sanat eserini önemsiz buluyorum, fiziki üretilebilir. Alın size bir gerçek. Deniz'in beni heycanlandırma nedeni buydu, her ne kadar koca sanat tarihi eserler üzerine kurulsa ve doğrusu bu olsa da... Ben de kıstırıldığımı düşünüyorum ve elimdeki sanatın tarifini genişletme hakkına dayanarak bunu rahatça söyleyebiliyorum. Kimileri sosyolojiden, edebiyattan görsel sanatlara taşınıyor kimileri de görsel sanatlardan dışarıya... Evet ben alanımı bırakmak istemiyorum çünkü burası olanaksız için daha olanaklı bir yer ama daha da dışarıya çıkmalıyım. Sadece alan olarak da bakmıyorum taşma isteğim tabuları inceleyerek ve gerçeklerle yüzleşerek olananklı.
İzleyici kim? Koordinatlarım ne? Bu komedi nedir?

11 yıl sanat eğitimi aldım resim eğitimi, ama ressam değilim. Son birkaç yıldır da ne yapıyor olduğum anlaşılmayacak derecede herşeyi yapıyorum. Yaptıklarımla kişisel bir dil yaratmaya, sanatsal tutarlılığa inanmıyorum. Aynı şeyi bin kere yaparsan 1- insanları ikna edersin 2- kolay anlaşılırsın, bu ihtiyacım olanlar değil. Sergilere katılmaya ve güncel sanat şebekesine karışmam 2002 yılı. Çok olmuş. Herkesin kendi zaman anlayışı var ben kendimi yenibaşlayan sayıyorum.

Sanatın yeni bir görsel rejime ihtiyaç duyduğunu düşünmüyorum. Eğer yeni bir şey lazımsa o da düşünüş ve hakikatları kabul etmek olduğunu düşünüyorum. Sanatçı burda anlam kazanıyor. Hakikat söyleyicisi sanatçı ise o zaman söylediği hakikatları uygulayan da olmalı.

İşte uzun zamandır tepemi attıran da bu. Gerçek saptanıyor ne güzel ama uygulayan yok. Kullanımı yok.

Eğer sanatçı gerçek söyleyicisiyse o zaman onun kim olduğu ve nasıl bir pozisyonu sahiplendiği de önem kazanıyor. O nedenle kendimi tarif etmek zorunda hissediyorum. Çünkü benim için bunu yapacak hiç kimsem yok.

Gerçek demişken. Elektirik faturası ödenmezse elektirik idaresi elektiriği keser.


2. işaretlenmemiş...

Aslında mesele açık. Kendi bulunduğum sosyal-kültürel-ekonomik konumu sahipleniyorum ve bundan sorular buluyorum. Kendi geçmiş deneyimlerim de var bu konuda. Böylece söz hakkı olmayanın da büyük laflar etme şansı olacak.

İşlerimde ise olduğunca bu "kendimi" silmek istiyorum.
Çünkü o zaman zannedildiği gibi "samimi olmayacak" aksine kendim için bunları "sömürmüş" olacağım.

Tüm meselem feminizm, anarşist bir kanaldan.

_______

3. ZANNETME HALİ:

Peyami Safa'nın güzelce açıkladığı gibi (hatta benim politik depresyonumu veya büyük olayların düşünüşümüz üzerimizdeki etkisini de açıklıyor). Şöyle diyor Fatih-Harbiye adlı novelllasında:

" zaaf anlarında, insanın can sıkıcı bir vakıayı tahsis edemeyerek umumileştirmesi ve bir felaketi aynı seri içindeki bütün menfi ihtimallere teşmil ederek hepsini hakikat gibi görmesi yüzünden...
...zannediyordu."

Roman karakterinin kesinlikle son derece kişisel ve hatta aşırı duygusalıkla verdiği önemsiz bir karar bana aslında insanın doğasna ait birşeyi hatırlattı. Sanki örneklediğim bu eğilim beni açık düşünmekten alıkoyuyor gibi. Yaşamak zorunda olduklarımı düşündüklerimle karıştırıyor olmam mümkün.

İşte burdan yola çıktım. Ben ya açlıktan ölmek üzere olan ben cebimde beş kuruş yokken-üstelik bu güne kadar reddettiklerim- ( ve yüzüme bakıp insanların bana aptalmışım gibi bakmalarına da katlanarak) acaba neden bunun üstesinden gelmek için düşünmek yerine hedefimi yanlış tayin ediyordum.

Önceleri yanlışım şuydu ki eğer ben sistem karşısındaysam ve içinde en rahat köşeleri seçmemişsem. Bunun yüzünden de inanılmaz zorluklar yaşıyorsam. Şimdi bundan yola çıkacaktım. Ben mütevazi bir hayat yaşıyorum bağımsızlığımı korumak için. Bu benim için mutlak güç demek. Çok çok az paralarla yaşamam birşey değil. İşte sisteme olan şikayetlerimin sözlerden eylem yapmaya dönüştüğü nokta bu.

Buna karşı ürettiğin "EYLEMİN NE?"

Evet eleştiriyorsun ama "NE YAPIYORSUN?"

Evet haklısın ama "NE YAPIYORSUN?"

-----

4 . Gerçeğin ifadesi...

Perihan mağden şöyle yazıyor geçtiğimiz aylardan bir gun:

"Alın size 1 Yazar(lık) sırrı: ‘Elem ve kederler içindeyim’ yazan biri artık bu duygular içinde değildir."

İşte gerçeklerin söylenmesi, bazı durumlarda bu gerçeklerin sindirildiğinin de ifadesidir. Bu aşamadan sonra kendisine ne yapabilirim diye sorup harekete geçilmedikçe. Gerçek söyleyiciliği aslında bir tür işlemez kısırdöngüye yol açıyor.

Ama gerçeklerle onları ifade edecek kadar da yüzleşmek gerekiyor. Örneğin ben parasızım ama beş parasız. Makarna bitmek üzere o derece. Şimdi benim sanat yapmamın önündeki engel ne? Bu gerçek ifade edilse ne edilmese ne?

Ama bundan yola çıkarak ben ne yapabilirim diye düşünmek gerekiyor.

Bir seviye ötesi ne bunun.

Para yoktu ben de bunu insanlara haykırıyordum.

Kalınca bir sergi kataloğunun iç kapağında şunu gördüm: " Para yoktu, biz de oturup düşünmeye başladık" yazıyordu.

Ben şimdi çalışıyorum.

_____


5. ŞİKAYET ETME!




Hüseyin Bahri Alptekin'in giderken bize bıraktığı bu kısa emir kipindeki cümleciğin önemi giderek büyüyor kafamda.

Gürcü restoranında çekilmiş bir videoyu gördüm. Kendi alanında kendi kapalı evreninde nasıl bir hayat yaşıyorsan yaşa global olan ve etrafında dönen enformasyonu gör ama durma.

Birşeyler yap, yapabilmeye muktedir olduğunu ve şikayet etme!

Şikayet etme! aslında "birşeyler yap" demenin negatif ifade edilişi gibi düşünüyorum. Kendini ifade etme inisiyatifini kullanmak içinde bulunduğun tüm olabnaksızlıklara rağmen. Ama adaletin olmadığını ve ahlakın çöktüğünü bile bile. Bu mümkün.

Andre Gide'in bir de sözü var, " Karanlığa küfür edeceğine, bir mum yakarsan daha iyi edersin"

Hüseyin Bahri Alptekin ve Vasıf Kortun' un röportajından ilgili kısım:

"VK: “Don’t Complain”in anlamlarına dönersek...

HBA: Şikâyet etme diyen aynı zamanda, esasen şikâyet ediyor, yapılmamasını istediğini yapıyor. Totolojik bir durum ve bu sadece “mantık”la ilgili değil. Bu bir “şikâyet”. Hiyerarşik bir sisteme dayalı bir istek ve emir. “Şikayet etme!”, "durumuna şükret", "halinden memnun ol, ne berbat durumda olanlar var…" Hiyerarşik bir durum var bu seslenişte ve söyleyen üstün konumdan bakıyor. “Kurtla Kuzu” hikâyesi bu: Kurt kuzuya “Suyu mu bulandırıyorsun?” der, oysa konumu derenin akış yönünün yukarısındadır. (La Fontaine'in bu hikâyesini 80’lerde Michel Serres’in bu anlamda ele aldığını hatırlar gibiyim.) Küresel çerçeveden bakarsak, bu söylem kabaca iktidarın güç kullanma bahanesi gibi bir şey. Ama bu söylem iki yönlü. Her şeyin sonunun geldiği, gidişatı berbat bir dünyada yine de her şeye rağmen bir şeyler yapmak mümkün, oysa şikâyet etmek baştan zaten bu imkânı tıkıyor, kapatıyor. Terslik ve kötülüklere rağmen, şikâyet ederek tıkanıp körlenmek başka imkân ve mücadele imkânlarını ortadan kaldırıyor. Halinden, durumundan şikâyet etmeden devam etmenin getireceği, getirebileceği şeyler var. Camus’nün Veba’sındaki Dr. Riuex geliyor aklıma, olacakları bilmesine rağmen mücadeleden vazgeçmeyen. Gandhi’nin, Naipul’un Hindistan için gelecek umutları, kurdukları optimizm de öyle bir şey. Mütevazı bir iyimserliğin önemi ve hatta gerçek/çi/liği. Bu sözü kavramsallaştırmak için de, uygulanacak plastik konumu birazcık da olsa tasarım boyutundan kaçırıp popüler kılabilecek ambiyansı LED’leri uygulayarak kurmak istedim. Bu kendi bakış açıma ve çalışma sürecime de uygun düşüyordu. Amacım ortaya bir motto çıkarmak değil, mütevazı bir önerme ve imkânlar üzerine düşünmeyi teklif etmek.

VK: Demek ki bu şikâyet Türkiye’ye ya da belirgin bir yere değil.

HBA: Hayır orası burası için değil, bu herkes için, her yer için geçerli. Küresel işleyiş içindeki bu dünyada sendrom ve hastalıklar birbirine benzer. Boyuna şikâyet etmek yerine bireysel, toplumsal, kültürel duruş ve işleyişler içinde mütevazı iyimserlikler geliştirip bir şeyleri korumalıyız; bireysel, toplumsal, kültürel duruş ve işleyişler içinde. Yoksa yapılabilecek olanlar da yapılamıyor. Doktorun derdi sadece “veba”yı tedavi etmek değil, “veba”ya kavram olarak karşı durmak ve insanlık için bir “duruş” ve “ilke” benimsemek. İnsanın iyileşmesi sadece fiziksel, maddi ve ahlaki olmamalı, durumlar ve olaylar karşısında kendini yeniden konumlandırabilen, eleştirebilen bir biçimde olmalı, iyileşemese bile. Türkiye’de ya da başka coğrafyalarda “veba”, farklı kılık kıyafetlere bürünerek zaten dolaşmakta. Bu küresel ve salgınvari durum yerelde uyuyan mikrobu, potansiyel kötülüğü uyandırıp hortlak gibi ortaya çıkmasını sağlıyor. "


Şikayet etmiyorum.

Eleştiriden uygulama çıkmıyor işte. Alın bienallere, sisteme herkeze lanet okuyacağıma oturur işime bakarım.

Şimdiye kadar güç odaklarına ilişkin eleştirdiğim ne varsa onları önüme sıralayıp bir bir karşı hareketlerini tasarlayıp uygulayacağım. Uyguluyorum da. İşte strateji bu.

Beklentim de bu.

-----

6. Hareket gerek

Deniz Gül yazmıştı blogunda sanata inancım yok benim diye. Ondan heycanlanıp ben de bir yazı yazdım. Orda kuşağımızdan bahsederken hep sıkıntısını duyduğum birşeyi anlatıyordum.

Benim kuşağım yüzyılın en büyük tespitlerinin yapıldığı ama hareketin(Action) aptal bir kıskaca alındığı kuşak oldu.

Postmodernizmin, modernitenin eleştirisiyle "dışarda bırakılanları" da kapsamaya başlamasının yanında aslında bunu yapayım derken ortaya bir tespitler şahaneliği çıkardı. Evet daha önce büyük hatalar yapılmıştı eylem halinde işte şimdi bunları konuşmak gerekiyordu ve bununla aslında farkında olmadan harekete geçme ve birşeyler yapmanın yerini "tespit et ve bırak" aldı. Ne yapmaya muktediriz sorusu hep bu tespitlerin ve dağınıklığın ortasında asılı kaldı.

BEN ARTIK ELEŞTİRİ OLANDAN BIKTIM, GERÇEK FİİL GÖRMEK İSTİYORUM.

"SAPTAMALARIN" ve "NE KADAR DOĞRU İFADE ETMİŞ" demenin ötesinde.

yapılan işin bana "DOĞRUYU" göstermesini istiyorum.

Take action.
Hareket.

Üstelik hiçkimsenin bunu müthiş bir sanat olayı olarak duymasına gerek bile yok.
Ben öyle benimsiyorum.

1 comment:

lyric said...

baskasinin ruyasinda varolmak icin neden bu kadar caba sarfedesin ki.bu senin ruyan degil.

Search This Blog