Aşırı yaşayarak intihar yerine öğrenme pratiği.

İçki içmeyi seviyorum ve aslında içip dolaşmayı seviyorum şehirde hareket halinde bir mekandan diğerine bir koddan diğerine. Dağıtmak ve kaybolma hissi, görüntüler sesler akmaya başlaynca kafan gördüklerini duyduklarını bilinç akışına çevirince...öyle güzel ki. Yazıda olduğu gibi görüntülerde de hislerde de bunu yaşamak. Hayatı izlemediğin dışında olmadığın anlarını kendine sağlamak.

En önemlinin bile önemsize taşındığı serbestlik hali. Kafa detoksu bir arkadaşın dediği gibi... Kontrolsüzleşmek ve öfkeye dönüşecekleri neşeye çevirmek... Şehri gezmek görmek ve olabildiğince başka hayatlara tuhaflıklara katılmak. Bunlardan biri olmak tuhaflaşmak. Şehir olmak.

Herşeyin dağılmasına, geçersizleşmesine, anlamlarından kopmasına, kendine izin vermek. Bir de "düşünme işi" bilinçli yapılamadığı için seviyorum, bedeni yoran şey beyni dinlendiriyor bir nevi. Sonra içince dans etmek, küçük flörtler, kaba hatlarıyla yarına kalan küçük konuşmalar, hatırlanmaması ve silinmesi ihtimali olsa da bunu umursamamak. Kalabalıkta herkesin delirişinde bulunmak. Mekan değiştirmek, insanları değiştirmek, ait olduğun olmadığın her yerde bulunmak. Bazen de sarı papuçlarını çıkartıp, uyuyarak katılıyorsun tabii..

İnsanları öyle güzelliklerinden çok iyi başarılı olmalarından değil aksine hepimizin birer çirkin ördek yavrusu oluşumuzdan dolayı seviyorum. Arkadaşlarımı seviyorum, hafif otistikçe, çokça.

Geçtiğimiz haftalardan bi gün Amsterdam'a gitmem gerekiyordu. Anlaşmalar, yazılı, sözlü veya mantık dizgesine göre anlaşmalar...Mesele şu, dedim ki organizasyonu yapan kişiye aylar önce, benim biletimi siz almazsanız bu işte yokum. Sonradan ödeyelim" i kabul etmiyorum tamam denildi ama para o denli geç geldi ki bende üçyüz yuro uçuşlar altıyüz. Sabahın bir körü ben sabah kavga etmişim de anlaşılmamış hissediyorum izmir ekürisiyle, bir dolu şey. Gitmedim...Amaç yoksa gitme zaten. Bir hata daha savurdum boşluğa.

Gitmedim ve "amsterdam olarak istanbul" böyle başladı. Madem Amsterdam'da olacaktım da değilim, madem arkadaşlarım da gelmiş, madem kafam da bozuk burada kendime "yok olma" hakkı verdim. Birbirine eklenen uzun bir bilinç akışı hayat akışı sarhoş başıboş zamanlar yaşatmaya karar verdim. Sanki sanat hayattan bu denli kopuk olunca kendimi hayata bu kadar karıştırmak istiyorum. Böyle şeyler...

Birkaç gece üstüste içtim. Bu amsterdam olayından önceydi bazı akşamlar yanlız, bazı geceler insanlarla beraber içtim... Sheila brezilyaya dönüyordu. Veda gecesi gibi bir şey o günden başlayayım...Sabah erken kalktım eşşekler gibi çalıştım sonra rahatsızlık duymayayım diye. Kendime giysi dikmek için kumaş aldım düğme, kırmızı, gri düğmeler, fermuar... Sonra elimde bunlarla sahaflara gittim kitap bakınmaya. Bir sahaf çay ikram etmek istedi ben de bu stratejinin hep işlediğinden yakındım. Ben çay ısmarlayayım sen de kitap almaya mecbur ol. Adam dedi ki " bu gün sana hiçbirşey satmayacağım" ben de çayı içtim.
Bir kumbara aldım ben çocukken vardı evimizde aynısından, aldım, bir de kitap "Lunapark İnsanları" şahane. Aldım diyorum zira satmadı gerçekten! Sonra bira içermisin diye sordu, -biz kapatmaya yakın içeriz de.
İçerim dedim. Sonra sevdiği şeyleri toplamayı seven bir müşterisi doktor-kolleksiyoncu katıldı bize. Sonra Babylon launch, tüm ekip orda hepsi sanatçı ondan sonra dogzstara gidildi. Bu sene pek bir punk güzel orası Deform plak insanları müzik yapıyor bazen. Camila'da kanepede uyudum. Ertesi gün işlerim vardı biraz onları hallettim akşam çıkıldı yine.

Akşam buluştum şehre gelen arkadaşlarla. İsveç şurubu dediğimiz alkol çantada biz se sürekli diyet kola spariş eden insanlar. Bir diyet kola da ben alabilirmiyim? Üzerine yüzbaşı volkan tatlısı.

Çıkıldı, yorgun olanlar eve dipsomanyaklar başka yerde devam etmeye. Ben ise yine herkes gidince başlıyorum tek başıma şehirde dolaşmaya. Son gidilen bar karşısındakinden önce kapanıyor hep ve tüm müşteriler karşı bara geçiyor. Hep beraber bar taşındı karşıya garson çocuklar süper, bir iki yaşlı kimse herkes mutlu.

Ben bir ara izmirdeki brodvey pavyonu anlatmaya koyuldum, nasıl da güzel bir yerdir. Amelelerin haftalık yöğmiyelerini bir gecede ezdikleri, işadamlarının konuklarını getirdiği, egzantrik ailelerin gösteriler için birlikte geldikleri bir yerdir. Ve ben hala orada sahneye çıkan herkesin 70 milyonu sallayabilecekken neden sadece o pavyonda olduklarını anlayamam. Neyse bu brodvey pavyon kırmızı kalılarla kaplıdır, duvarlarda ise aynayla döşenmiş. İnsanlar bir amfitiyatro düzeninde balkoncuklarda otururlar ve merkezde cam sahne vardır. Benim hayranlığım programın uygulanışı ve güzelliğinden ve dekorun düşkünlük değil aksine özel bir yerde hissettirmesidir. Esmer zayıf sert mizaçlı dansözden sonra sarışın, iri göğüslü ve fingirdek bir kadının çıkması, türk sanat müziği ve arabesk için farklı şarkıcılar, akılalmaz sesli bir assolist (rivayet şampanya yerine araba anahtarı gönderildiği bir gece kabul etmemiş), iyi bir çingene orkestrası yirmi kişilik. İşte ben cihangirde bir barda bunları anlattım.
Garson çocuk Karslı, 22 yaşında, gülüyor hep, hiç pavyona gitmemiş. Ben de istanbul da hiç gitmemişim pavyona. Biçokları bulunmamış.
Biz ne kadar insan varsa barda o an çıktık ordan pavyona gitmek için. Pavyon düşündüğüm gibi işlemedi, bir barın arkasında üç beş yakası beyaz dantelli kız baygın ve sıkıntılı bakıyorlar etrafa müzik ise daha türkü. Pavyon tam olmadı ama birşeye evrildi. O gece mesela Halay çekmeyi öğrendim.

Ertesi gün bir gün önce yorgun olanların içesi geldi. Üç genç kişi eğlenmek istedik, bir gey bardan çıkıldı dans ettik etmesine... Ne de olsa hepimiz mükemmeliyetçi danssa deli gibi, çalışmaksa çalışmak, her işi iyi yap. İyi eylen. Ama nerede? Hangi mekanda ? İstanbul da nerede eğlenilir? Bu soruları, birisi Berlin gece hayatı olan ve diğeri burada "eve kapanma tehlikesi" geçiren iki kişiyle yaşadım.

Bense en çok eldekini farklı kullanarak dönüştürerek eğlenmeyi severim.

Galata köprüsü mesela çok çirkindir alt kattaki içkili mekanlar. Akşam gidilmez, gece gidilmemeli. Hep değil ama yılda bir-iki kez sabah 7'de pembe şarap içilirse çok değişik hisseder insan. Bambaşkalaşır mekanın kalitesizliği.

Beyoğlunda nereye gidilir? Hükümet nedeniyle iyiden iyiye içki baskı görürken, turistik amaçlı gereklilikten olmasına izin verilen ve herneyse, erken kapanan mekanlardan. Bozulmuş eğlence anlayışından. Gürültüden, kabalıktan. Ama şeylerin saatlerini, yerlerini veya konumlarını değiştirince herşeyi yeniden sorgularsın, absürtlük ve aşırılık bir tepki çeşitidir bence kabul etmemek reddetmeye yarar.

Dağıtmak değiştirmek içindir.


Bazı eğlence mekanlarının bir kitlesi vardır, hedef kitle. Buna uymuyorsan muhteşemdir bu seni toplumsal tabakalaşmadan ve saçma bir grubun parçası olmaktan korur ve insanları asla ötekileştiremezsin. Bu çok dilli olmak gibidir başka kodları okursun. Farklı eğlence anlayışlarını denemek adama böyle geri döner. Next to kin, sürgün, öğrenmiş...

Bir de karaktersizler vardır beyoğlunda, bara dönmüş berbat biralar satan berbat müzik çalan berbat tuvaletli sandalyeli. "Looser" mekan. Bunlarda dil öğrenilmez kod okunmaz. Bunlardan birisine girdik coşkuyla arkamdan delilerin ikisi geldi. Eğlenirken benimle aynı hissettiğine inandığım iki kişi. Benimle aynı hızda değişiklikleri evetleyen iki kişi. Tarkan çalan bara öylece girdik. Sonrası mekanda oturan kalabalık turist grubunun karşısında sulukule dansları şarkı istemeler mastika. mastika. Entellektüel kimliğimizmiş, cinsel kimliğimizmiş, biz baya kaybettik ama orda belkide "ayasofya" gibiydik, ben duvara karşı sibel kekillisi alman turistin gözünde, ayasofya kadar turistik ama "mekan" değil "insan". Modern, şehirli ama göbek dansı edebilen her hayata sirayet edebilen üç genç hayat dolu.

Üstelik bu kadar toplumsal histeri yoluyla yayılan "bunalmlılar" karşısında direnerek. İşimize bakalım. Gerçeklere bunal. Körlükten bunalmayanlarız biz.

Sergi açılışı var, mesela içeri giremiyormuşsun davetiyen yoksa, ben daha önce kovuldum kapıdan. Yapı Kredi sanat galerisi, Ayşe Erkmen sergisi. (Bir not:Eski platformun sokağında bir çaycı var Yakup abi. Orda tavla oynadığım sanat dışı tanıdıklarım benden rica ettiler rehberlik etmem için bu sergiye, yapacağım.)

Açılış sonrası eküri büyüdü bu sefer şehirde dolanmıyoruz belki ama şehrin ürettiği güzel bir mekandayız. Güzellik şehirde underground bir kitlenin punkların Sezginlerin takıldığı bir mekandayız. Burası sadece bir tür grup insanı maddi kazanç elde etmek için sömürmekle değil sosyal mekan olarak birleştiren bir yer. Şehirde oluşan küçük grupların cemaatlerin yeri. Kötü dekorasyon sıkı kitle. İşte bu mekan geçen senelerde elektronik müzik furyasına adam toplarken şimdi bir buluşma yeri. Dans ediyoruz deliler gibi, güzeliz. Gerçekten güzeliz zira dışarıdan ayık biri gelse bize "kayıp gençlik?" der ama biz aksine iyi işler peşinde koşan, okuyan ve soranlarız. İyi de zıplıyoruz vesselam...

Gürültüde huzurla uyumuşum... taşınmışım.

Ertesi gün terkosta göbeğimden şikayet ediyorum -elim karnımda- ve marino cemali' yi almaya gideceğim aynı iki arkadaşımla. İş iptal edilmiş, zaman var yani geç kalmıyoruz ama o bilmiyor. "Çocuğu almayacakmıyız" diye bağırıyor sevgili arkadaşım. Ellerinde donlar... ben tek kadın.

Kahkaha. Aynı anda.

Dejenere gençlik..."hayır çocuk hanginizden bilsem doğuracağım" aklımdan geçiyor ama söylemiyorum. Dejenere. Nazi tabiriyle; dejenere gençlik. Yakılası.

Günlerin yorgunluğu ve tüm bu anlattıklarımdan önce profesyonel yemek pişiren bir kardeşin, kurufasülye pilavını yedik hava sıcaklamadan. Turşularla, içki de içmedik, aferim. O gece yine fal baktım. Son dönemde nedense çıkıyormuş söylediklerim. Fala çok inandığımdan değil ama insanların gelecekle ilgilenmesi beni hayran bırakıyor. Geleceğini merak eden hayatı bırakmamıştır. Bunu arkadaşlarda görmek iyi bişey.

Öncesi sonrası ne ne zaman oldu bilmiyorum pek net değil kafamda. Bir dolu olay şey ve durum zincirler halinde oldu. Hayat meğer sürrealmiş. Bu hayatın bir kısmı teorilerden fena halde atılmış. Hayatı bu denli karıştırmak da yasaklanmış kadına.

Tabi tüm bunlarla Diyarbakır'ı nasıl bağlarım diye düşünüyordum servis beklerken havalimanına. Çok heyecanlıyım ilk kez gideceğim diye. Gavura gitmek bu denli değildi.

Sabahın bir körü kafamda bunları yazmak var ve benim bir bağlantıya ihtiyacım var. Öyle tuhaflıklarla karşılaşıyorum öyle zigzaglar çiziyorum ki bağlanmıyor birbiriyle havaş servisinin kalkmasına 15 dakikka var. Ve o anda o gidilen türkü-pavyonda çalışan atletli-bezmiş üç kız geldi oturduğum çorbacıya, o kadar neşeliydiler ki "erkeklerden kurtuldukları" için olmalı dedim.
Tanıdım, iyi sabahlar dedim servise yürüdüm. Bağlantı beni öylece buldu.

Ben Bram Stoker'in Drakula kitabını Pakistan da okudum.

No comments:

Search This Blog