Hans Ulrich Obrist sonrasında akla düşen fikirler

Hans Ulrich Obrist dinledik ama yazamadık. israil gündemimize, kafamıza ve kalbimize taş gibi oturduğundan mıdır nedir? Geçtiğimiz cumartesi Garanti Galeri ve Platform Garanti'nin ortaklaşa düzenlediği "Disiplinlerötesi" konferans dizisi kapsamında Garaj Istanbul'da yapıldı konuşma.

(Ara not: Yakında şiir okumayı bırakacağım ve devrik cümlelerim son bulacak.)

Maraton günüymüş benim için. Bilenler ne kastettiğimi anlayacaktır, Hans Ulrich Obrist konuşmasının üstüne Övül Durmuşoğlu'yla sonra da Lukas Duwenhogger ile görüştüğüm için yoğun bir gündü benim için. Şikayet yok, ben memnun oldum.

HUO hızlı ve bol enformasyonun aktığı konuşmasında -çok az bir süreye daha ne kadar enformasyon sığabilir bilemiyorum- gerçekleştirdiği işlerden bahsetti. Serpentine galeride yaptıkları konuşmalar-projeler serisini "Maraton" olarak adlandırmışlar. Bu konuşmalar 24 saat sürüyor. Nedense Obrist'in konuşma sitili ile "Maraton fikri" arasında bağlantı kurmadan edemiyor, sanki sürenin uzunluğu değil de "yoğunluk" meseleymiş gibi bir yanılsamaya düşüyor insan.

Küçükken isviçrede yaşadığı yer rahiplerin manastırının bulunduğu bir yerdeymiş, Obrist de gidip bu manastırın kütüphanesinde takılmayı seviyormuş. Yaptığı projelerde aklının bir yerinde bunun etkileri olabileceğini düşündüğünü söyledi. Manastır rahipleri çeşitli bölgelerdeki diğer manastırlara giderek bilgilerini aktarıyorlar. Ben tabii hemen şunu düşündüm. Aslında tarifi bir "kapalı devreyi" işaretliyor ama HUO bilgiyi bir yerden diğer yere taşıma misyonunu kesinlikle üstlenmiş.

Konuşmayı anlatmaktan çok konuşmanın beni sürüklediği yerden bahsedeceğim daha çok. Hatta fazla dağılmasın diye aklıma takılan birkaç şeyi de eleyerek yapacağım bunu.

Konuşmada bahsi geçen deneysel ve kalıpları değiştirmeye yönelik projelerde, Maraton veya gezen sergiler çok fazla "establish" sanatçı içeriyordu. Serpentine pavyonunu yapan mimarlardan bahsetmeyeceğim bile. Hani bu gün sayınız isimleri dersek işte kimi sayabilirsek. Bu bana anlaşılır ama bir o kadar da problemli gözüktü. Meramım onların tanınırlığı değil, acaba bu derece tanınır olmayan sanatçının bu derece deneysel bir işe karışma şansı var mı? sorusu idi.

"Establish" sanatçılar çağrılmadan o projeler gerçekleşebilir miydi?

Manifestolar artık yok diyen Obrist aslında (farkında olmadan biraz daha demokratikleşmiş ve büyümüş olan sanat sistemlerinde) manifestoların zorluğundan ve çağımızda herşeyin atomize olduğundan bahsediyor. Manifestoların tarihsel nosyonuna geri dönerek sanatçı, yazar ve farklı alanlardan kişileri manifestolarını sunmak üzere davet ediyor. Liste şöyle:

Marina Abramović,
Mark Aerial Waller & Giles Round, Rasheed Araeen, 
Athanasios Argianas,
Pier Vittorio Aureli,
Nicolas Bourriaud,
Andrea Branzi,
Peter Cook,
Ekaterina Degot,
Jimmie Durham,
Henry Flynt, Gilbert & George,
Reinier de Graaf (for Rem Koolhaas, OMA)
Fritz Haeg
K8 Hardy
HEC/BEC
Susan Hefuna, 
Eric Hobsbawm,
Karl Holmqvist,
Stewart Home,
Charles Jencks,
Terence Koh,
Silvia Kolbowski,
Hilary Koob-Sassen
Nick Laessing,
Jean-Jacques Lebel,
Tom McCarthy,
Manifesto Club
Jonas Mekas,
Nathaniel Mellors,
Ingo Niermann & Zak Kyes,
Hans Ulrich Obrist,
Yoko Ono
,The Otolith Group
Claude Parent
Adam Pendleton,
Julia Peyton-Jones [JPJ] 
Falke Pisano,
PLATFORM,
Raqs Media Collective,
Lee Scrivner
,Tino Sehgal & Hans Ulrich Obrist, Taryn Simon,
SpRoUt,
Barbara Steveni,
Mark Titchner,
Agnès Varda,
Ben Vautier,
Mark Wallinger,
Richard Wentworth,
Vivienne Westwood, Stephen Willats

Manifesto maratonundaki sanatçılar " genç kuşaktan" diye tanımlansa da "genç kuşağın tanındık isimleri" olması galiba işin "daha ilginç" olmasına engel oluyor. Bence Manifestonun olabilirliği güç ilişkileriyle göbekten bağlı. Bu sanatçıların ne yaptığından haberdarım. Yani sanatçının işleri tam anlamıyla dolaşmadan veya kendisi hakkında yazılar, çiziler, tartışmalar vb. olmadan manifesto geliştirmesi olanaklı mı? Konuşmayı dinlerken istanbuldaki durumu düşündüm. Genç sanatçı veya değil sanatçı deşilmemiş, didiklenmemiş, eleştirilmemiş ama sadece "göstermiş" olunca işler yürümüyor. Yeterince okunmamışsanız, referans olacak bir geçmişiniz olmazsa söyleyeceğiniz radikal bir söz de olamıyor. Bu nedenle sanat göster, göster nereye kadar? Sanatçının arşivdeki yazılı malzemesi yalnızca basın bültenleri olunca sorun başlıyor. Aslında bu yanlızca sanatçının varoluşu için değil sergilerin, kurumların yeterince eleştirilmemesi de aynı ölü toprağını üstümüze saçıyor. Türkiye de establish sanatçı yok. Böyle bir zemin yok. Yani türkiye de sanatçı establish olmasına oluyor kolayca ama arkasında sayısız makale, röportaj, konuşma tartışma ve arşiv materyali olamadan oluyor. Yani tek eleştirmenle olmuyor işte. Ben mi abarttım acaba "establish" yok derken? Hareket lazım. Aslında üretimi aynılaştıran da bu, belirli modeller dışında pek bir seçeneğe alan yok. (seth siegelaub istanbula gel)

Konuşmada ilginç olan bir de fransız bir düşünürden bahsetmesiydi. Adını hatırlayamıyorum, not almadım. Fazla dile henüz çevrilmemiş bir düşünür. Globalizm için alternatif bir önermesi vardı. Temelde "Globalizmin aynılık üretmesi yerine farklılıkları üretmesine çalışmak" olarak özetlersem hataya düşmüş sayılmam umarım. Okumak lazim tabi... Obrist bunu söyledi söylemesine ama bunun vurgulanması da bana tehlikeli gözüktü. Farklılıklara yapılan vurgu self-egzotizmi ve etiketlemeyi getirebiliyor. Fark turizmi.

Zannedersem "Indian Highway" sergisinden pek hoşlanmamış olmam da böyle düşündürmüş olabilir.
Kısa devre.

Keşke manifesto maratonu katılımcılarıyla indian highway sergisindeki hindistanlı sanatçıları yerdeğiştirip ama zerre kadar globalizmden, hindistandan, hindistanın " flourishing art scene" inden, sanatın demokratikleştirilmesinden bahsetmeksizin Manifesto Maratonunu bu listeyle yapsaydı. Güç ilişkileri demişken.

İşte bunu merak ederdim.

Ayisha Abraham,
Ravi Agarwal, Nikhil Chopra,
Raqs Media Collective,
Sheela Gowda,
Sakshi Gupta,
Shilpa Gupta,
Subodh Gupta,
N. S. Harsha,
M. F. Husain,
Jitish Kallat,
Amar Kanwar,
Bharti Kher
Bose, Krishnamachari
Nalini, Malani
Tejal, Shah
Dayanita, Singh
Kiran, Subbaiah,
Ashok Sukumaran & Shaina Anand, Indian Highway sergisi katılımcıları.

Manifestonun tarihi misyonuna yapılan bu ziyarette, o dönemdeki birtakım eksiklikler hesaba katılmış olur muydu? Nasıl bir durum ortaya çıkardı diye düşündüm.

Ama sanatçıya hep güzel ve özgür bir alan sunuyor Obrist. Hep düşünerek, yaratıcılık katarak işler yapıyor. Yani sergiye çok davet edildim ama sergi rejiminin değiştirilmek istendiği bir projeye hiç katılmadım. İçim gitti diyerek Hans Ulrich Obrist konuşması sonrası aklıma düşenleri aktardığım ve yine düzeltmeden yayınladığım yazıma son veriyorum.

İstanbul' a DADA hiç gelmedi.
Hazavuzu' nu bu yüzden seviyorum.


İlgili linkler:

Indian Highway

Manifesto Marathon

HUO konferansı hakkında


.

2 comments:

deadman.peterparker said...

yada DADA hep vardı, ama gösterinin ışıltısının çook uzagında bir yerlerde...

Unknown said...

eduard glissant "mondialité" - from wikipedia:

Shortlisted for the Nobel Prize in 1992, when Derek Walcott emerged as the recipient, Glissant is the pre-eminent critic of the Négritude school of Caribbean writing and father-figure for the subsequent Créolité group of writers which includes Patrick Chamoiseau and Raphaël Confiant. While his first novel portrays the political climate in 1940s Martinique, through the story of a group of young revolutionaries, his subsequent work focuses on questions of language, identity, space and history. Glissant's development of the notion of antillanité seeks to root Caribbean identity firmly within "the Other America" and springs from a critique of identity in previous schools of writing, specifically the work of Aimé Césaire, which looked to Africa for its principal source of identification. He is notable for his attempt to trace parallels between the history and culture of the Creole Caribbean and those of Latin America and the plantation culture of the American south, most obviously in his study of William Faulkner. Generally speaking, his thinking seeks to interrogate notions of centre, origin and linearity, embodied in his distinction between atavistic and composite cultures, which has influenced subsequent Martinican writers' trumpeting of hybridity as the bedrock of Caribbean identity and their "creolised" approach to textuality. As such he is both a key (though underrated) figure in postcolonial literature and criticism, but also he often pointed out that he was close to two French philosophers, Felix Guattari and Gilles Deleuze, and their theory of the rhizome.

and how obrist used him:

t’s also a question of the economics. It’s interesting that for the participating artists, do it actually raises the issue of what might be the economy of the score, which may be very different from the economy of the object. You can also say that the whole book, the whole process, is deeply inspired by Edouard Glissant, who developed the idea of mondialite that, within the extremely strong impact of globalization, is basically a negotiation to produce difference and variety, and to resist homogenization. At the same time, there are global forms of dialogue that work to make difference disappear. The middle of the two is the solution, which is mondialite. Mondialite embraces the possibility and the potential of the global dialogue, but it does so in a way that does not lead to the disappearance of difference. A global dialogue, which is an engine for difference, would be a credit to mondialite. And do it very much follows the idea of global dialogue. But at the same time it does not follow the whole package of this logic. Each time it happens, it really does produce something different, and Hu Fang’s version is completely different from the other versions.

from here: http://www.hufangwrites.com/nonfiction-en/Why-do-it-Chinese-Version.html

Search This Blog