Soyal devlet?

Kentsel dönüşüm. Peki neye "dönüşüyor" bu kent? Hatta sadece İstanbul değil, kentler neye dönüşüyor?
Ev, yaşamak, yoksulluk ile şehir nasıl bir yer?
---

Pelin Tan'ın bir yazısına geri döndüm geçen gün, bienalde Bik Van Der pol'ün çıkarttığı bir yayında yer almıştı makale. Takip etmedim belki başka bir yerde de yayınlanmıştır.(marcel memed yetişir) Makale yazarın kendi yaşadığı yerden başlıyor yaşadığı ahşap evden. Bir akademisyen ama aynı zamanda mahalleli olarak kaleme alınmıştı yazı şehrin kentsel dönüşümü üzerine. Ben de böyle bir evde yaşadığım için bir ortaklık kurdum ister istemez yazının en başından. şehirde yaşayan ve dönüşümden etkilenen olarak.

Yine Pelin'in hatırlatmasıyla.Geçtiğimiz cumartesi-pazar günü Bilgi Üniversitesinde yapılan 21.yy da sosyal belediyecilik sempozyumuna gittim. Katılımcılar oldukça çeşitliydi; akademisyenler, inisiyatifler, dernek temsilcileri, meslek gruplarından kişiler, belediye başkanlarına kadar çeşitlenen konuşmacılar davet edilmişti.

Aslında ilk gün siyasal bilimlerden, şehir bölgecilerden ve temelde günlerini evde Harvey, Lefebvre vb.yiyip okulda öğrencilerine seslenen bu açık kafaların yanında -veya karşısında demeliyim- "Yerel mücadeleler" başlığıyla olayların gerçek madurları (veya kitaplarda ve makalelerde adı geçen) evleri üzerine yıkım kararı alınmış kişiler vardı.

Önce benim için "bir kişinin evinden isteği dışında atılmasını" ( hatta türkiyede maalesef devlet illegal olarak bunu uyguluyor) insanlık dışı bulduğumu söylemeliyim. Tarih derslerinde çocukluğumuzdan beri kafamıza kazınmak istenen "birilerinin yurttan atılması" ve bayram fikri yerine "büyük mübadelenin" bu trajik yanının anlatılmasını yeğlerdim. Biz bunları hiç konuşmadık. İnsanın kendine hayat kurduğu yerden atılması-defedilmesi ne demek bir düşünün. Şimdi şu an birisi size dese ki "terk et burayı" deprem geçirmiş gibi hissetmezmisiniz. Sürgün, eğer gönüllü değilse-trajik ve ağır.

Benim için "ev" hassas bir konu. Evsizlik hissinin, insanda, sabahları uyandığında durdurulması imkansız bir rahatsızlık ve huzursuzluk kaynağı olduğunu biliyorum. Sırf bu yüzden aidiyet -faşizme tırmanmadıkça- iyi birşey.
Enformel her tür meseleyi de seviyorum, yaşamama- yaşayabilmemize- izin veriyor.

Herneyse, sempozyum çok öğreticiydi benim açımdan. Daha önce takılmadığım yeni takıntılar kazandım.

Tarlabaşının ( mutetenalaştırma, soylulaştırma ) sürecinde mücadelede etkin olan Erdal Aybek konuştu. Ben böyle konuşma görmedim! hakkını savunmakta ve kendi sınırlarını bu denli bilmek de ama bu denli sıkı retorik... Haklılık bazen insanlara etkileyici bir ses veriyor. Tarlabaşında yıkılmak istenen bölge suç oranının yüksekliği bahane ediliyor, Erdal bey suç benim sorunum değil, Polisin işi diye sesleniyordu salona. Yıllarca tarihi eser olduğu için tamir edemedikleri evler şimdi ne oldu da yıkılabilir oldu? Tarlabaşı süreciyle ilgili olarak akademisyenleri delicesine eleştiren bu mahalle sakininden sonra olanlar ilginçti. Erdal bey mahalleye gelen birsürü yabancı üniversiteye rağmen kapılarını çalmayan istanbul üniversitelerine, evleri hakkında bilirkişi tutanaklarına adı işlenen akademisyenlere olan kızgınlığını dilegetirdi. Ama öyle böyle değil, ağız dolusu...

Bir sonraki yerel mücadedeler konuşmacısı ise sulukule sözcülüğü yapan bir romandı. Şükrü Pündük, televizyon izlemediğimden bilemiyorum zannedersem böyle popüler bir şahsiyete de dönüşmüş. Zaten "roman" kültürü ilginç olduğundan yıkımından en fazla haberimiz olan yer de burası oldu. Anlattığı bir anısı durumu tarif ediyor, Ankara'ya insan hakları bakanlığına gittiğinde başına gelen olay olmuş. Şikayet edeceği kişi olan Toki başkanı, tam odaya girdiğinde insan hakları komisyonunun odasında oturuyor çaylar sohbet. Yapamıyor şikayetini. İşte gerçek böyle birşey. Haklılığın boğaza düğümlenmesi. 750 yıllık mahalle boşaltılıyor yoksul sakinler yerine modern villaların inşaa edileceği alanda Fatih belediyesi şu ana kadar koruma altındaki yapıları da yıktı.

Şükrü Pündük sempozyumun başında "durum tespitinden öteye giden alternatifler, somut birtakım önermelerin gerekliliğine" ilişkin tartışmayı kastederek sulukule için hazırlanan ama yerel yönetimlerce uygulamaya konulmayan projeleri kastederek boykot çağrısı yaptı. Sulukule için alternatif 3 proje yapıldığını ama yönetimin kaale almadığından bahsetti. Üniversitelerdeki akademisyenleri ve öğrencilere 1size sesleniyorum, ne kadar okusanız da işe yaramıyor ben sizin yerinizde olsam durdururdum" dedi. Eğitimi durdururdum.
Ben şenlendim hemen.

İşte ilginç olan konuşmanın başında entellektüellerce sıkça değinilen "tabandan" birşeylerin gelişmesi beklentisine bu kadar net ve güzel cevap olamazdı. Aydınlar taban uyansın diyor, taban aydınlar uyansın diyor. Konuşmasında ben tabanım hem de ta kendisiyim dedi Pündük. Türkiye de entellektüel olan kişilerle sıradan halk arasındaki mesafelililik ve problemler sıklıkla gündeme geliyor. Konuşmacılardan (MSUGSÜ)Murat Yalçıntan bunu aşma çabalarından bahsetti. Tüm konferansta en tuhaf olan, birtakım somut meseleler üzerine tartışan sol yönelimli entellektüeller kendi aralarında mutabakatta zorlanırken, tabandan gelen bir ses hükümet bildiğini okuyor sizler işe yaramıyorsunuz diyordu.

Meselenin "bilmek" olmadığı yerde "bilgi" nedir ki?

İşte bütün seminer boyunca hükümetin şehircilik politikası ve yerel yönetimlerin yaklaşımı, gündemdeki meseleler ve çalışma grupları hakkında bol bol bilgi aktı.

Hatice kurtuluş ( İÜ, siyasal bilimler fakültesi) Kentsel mülkiyetin sınıfsal yeniden paylaşımı ya da sınıfların mekanda yeniden dağılımı üzerine konuştu. Temelde yoksulların söz hakkı olmayışı ve yoksular kentsel dönüşümün dışında tutulması.Devlet-sermaye-sınıflar / bu üçlü dengede sermaye ve devlet ortaklığı veya yakınlamaşı sınıfları yalnız bırakması. Devlet sermayeye
tam destek verirken alt sınıfların haklarını korumak bir yana ihlal etmekte.

Yerel mücadeleller şehir bölgecilerin, mimarların ve ilgili alanlardaki kişilerin yanısıra ciddi bir basın desteği gerekli. Maalesef, alt sınıfların haklarını savunmalarına yarıyacak yaygınlıkta bir basından söz edilemiyor.

Ülkenin siyasi kültüründeki arızaların katkısıyla, bir politik görüş etrafında güçlenen devlet-kurumlar ve sermaye karşısında farklı olanlar ve yoksullar giderek eziliyor.

Bunun yanında kentteki uygulamalar da estetik olarak ciddi problemler taşıyor. Toki toplukonutları yapıldığı bölgenin kültürü, yapısı yaşayışı gözardı edilerek heryere aynı şekilde uygulanıyor.

Mimarlar Odasından Mücella Yapıcının dediği gibi "Mimar parayı o alana sığdırır. Tarih satıyorsa "selçuklu mimarisi" veya "dubai estetiği" farketmez. Esasen hiçbirşey farketmez." Şehrin estetiği de böylece göremeyen gözlere emanet edilmiş oluyor.

Bunun yanısıra devletin kentsel dönüşümde akademisyenleri entellektüelleri ve konunun ehil kişilerinin fikirlerine danışmaksızın yaptığı düzenlemelerde yeni kurulan Kalkınma ajansları ile yetkiler merkezileşiyor. Denetimden ise bahsetmek imkansız.

Böylece kentli olan biteni seyretmek durumunda.


ilgili bir haber dünkü taraf'da:

-----

Sahne Senin Yalnızlık: Başıbüyük, Tarlabaşı, Ayazma, Sulukule, Validebağ, 3. Köprü...

Haber: yapi.com.tr / Mesut TUFAN
21.01.2009

Birlikte Başarabiliriz İstanbul Platformu'nun yaklaşan yerel seçimler öncesi 'nasıl bir yerel yönetim anlayışı'nı tartışmaya açmayı hedeflediği '21. Yüzyılda Sosyal Belediyecilik' sempozyumu, 17 - 18 Ocak tarihlerinde Bilgi Üniversitesi Dolapdere Yerleşkesinde gerçekleştirildi. Sempozyum, bir yandan alternatif yerel yönetim pratiklerine odaklanırken, bir yandan da yeniden şekillenmekte olan kentsel mekan (lar) ve bu değişim (ler) in etkilediği yaşamlar üzerinden 'yerel mücadeleler'i ele aldı. 
 
Bir mücadele alanı olarak kent
 
Sempozyumun, yerel mücadelelerin sahneye taşındığı ilk gününün konukları Sosyal Haklar Derneği'nden Besime Şen, Başıbüyük'ten Adem Kaya, Tarlabaşı'ndan Erdal Aybek, Ayazma'dan Kasım Aydın, Sulukule'den Şükrü Pündük, İmece Şehircilik Hareketi'nden Hade Türkmen, 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu'ndan Besim Sertok, Körler Okulu'ndan Çağrı Doğan, Sokaklar Bizim Platformu'ndan Kevser Üstündağ, Validebağ Gönüllüleri'nden Latif Şimşek, Gazhane Çevre Gönüllüleri'nden Nilgün Canpolat, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu'ndan Gaye Yılmaz, Adalar Gönüllüleri'nden Ali Şenalp'di.
 
Bir hak ihlali olarak konut sorunu
 
Konuşmasında dernek olarak üç yıldır sosyal anlamdaki hak kayıpları üzerine çalıştıklarını söyleyen Sosyal Haklar Derneği'nden Besime Şen, sosyal bir belediyecilik modeli düşüncesi geliştirmeye çalıştıklarını belirtti. Bu anlamda hak kayıplarıyla en çok yüzyüze gelen kesimlerin tespitinin ve onların taleplerine kulak vermenin önemine işaret eden Besime Şen, hak ihlallerinin yoğun yaşandığı temel başlıklar olarak kaçak yapılaşmayı, kentsel dönüşümü, fiziksel iyileştirme çalışmalarını, doğal afetleri, göçü ve mevsimlik işleri gösterdi. Besime Şen, etkilediği kitlenin boyutları nedeniyle kentsel dönüşümün diğerlerinin arasında öne çıktığına işaret ederek, "Böylece hem basında geniş yer buldu, hem de alternatif politik arayışları tetikledi" dedi.

"Üç yıldır direniyoruz, ama sonuç alamıyoruz"
Besime Şen'den sonra söz alan Başıbüyük Mahallesi'nden Adem Kaya, üç yıldır mücadele ettiklerini ve halk katmanında bir direnç oluşturmak anlamında başarılı olduklarını, ancak bunlara rağmen sonuç alamadıklarını söyledi. Mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkardıklarını, Belediye ve TOKİ arasında kendilerine rağmen yapılan protokolü iptal ettirdiklerini hatırlatan Adem Kaya, "AK Parti, önümüzdeki yerel seçimlerde yeniden Fikri Köse'yi aday gösterdi. Başıbüyük Mahallesi, seçimlerden sonra daha büyük zulümle karşılaşacak" diye konuştu. Adem Kaya, Çevik Kuvvet'in hala mahalleden çıkmadığını, direnci kırmak için sürekli yeni yöntemler geliştirildiğine değinerek, akademik camiadan kendilerini savunurken "Sizin projenizde mağduriyet var, oysa böyle de yapılabilir" diyebilecekleri alternatif projeler üretilmesi konusunda yardım istedi.

"Uzaktan karar vermeyin, gelip bizi tanıyın"
Tarlabaşı'nda yaşananları aktaran Erdal Aybek ise sürecin diğer kentsel dönüşüm projelerinden pek de farklı gelişmediğini, akademisyenlerin ilgisiz kaldığını, basının proje alanıyla ilgili gelişmeleri manipüle ettiğini, yerel idarenin 'bilgi talebi hakkı'na rağmen kendilerini bilgilendirmekten kaçındığını savundu. Mücadele edebilmek için kiracıları ve tapu sahiplerini aynı dernek çatısı altında buluşturduklarını dile getiren Erdal Aybek, bu şekilde görüşmelerde hep dernek üyelerinin olabildiğini ve bunun da süreçten herkesin doğrudan haberdar olmasına yaradığını anlattı. Hukukçuların ve akademisyenlerin ilgisizliğinden yakınan Erdal Aybek, ne Beyoğlu'ndaki İstanbul Barosu'ndan ne de Üniversitelerden kendilerine destek çıkıldığını ifade etti ve "Proje alanına genç öğrenci arkadaşlar gönderiliyor, ama akademisyenlerin kendileri gelmiyor. Gelip bizimle görüşmelerini istiyoruz, uzaktan karar vermeyin" şeklinde konuştu.

"Ayazma yalnız ve kimsesiz"
Küçükçekmece Ayazma'da çadırlarda yaşam mücadelesi veren 18 aile adına konuşan Kasım Aydın da, üç yıldır kar kış demeden ve inançlarını kaybetmeden direndiklerini aktardı. Kimliğinde baba adından önce TC kimlik numarasının yer aldığına ve bunun onların da sosyal hakları olduğu anlamına gelmesi gerektiğine dikkat çeken Kasım Aydın, kendilerinin yöneticiler tarafından sürekli oyalanmalarından yakındı. Borç alarak Ankara'ya gittiklerini, oradan Belediye'ye gönderildiklerini, belediyeninse hiçbir şeyden haberinin olmadığını söylediğini aktaran Kasım Aydın, halkın yanında olması gereken Kaymakamın, Belediye Başkanının kentsel dönüşümden yana olmasından duyduğu şaşkınlığı dile getirdi. Destek isteyen Kasım Aydın, "Oradaki ailelere bir geçmiş olsun demeniz, onlara bir yıl yetecek güç vermeniz anlamına geliyor" dedi.

"Bu siyasi bir karar, dönüşü yok"
"Bence, aslında sosyal devleti tartışmalıyız" diyerek sözlerine başlayan Sulukule sakinlerinden Şükrü Pündük, kentsel dönüşümün siyasi bir karar olduğunu ve bir çözümü olmadığını söyledi. 'Gecekondu nedir?', 'Ev nedir' sorularını ortaya atan Şükrü Pündük, alternatif proje de gösterdiklerini ancak ağızlarıyla kuş da tutsalar işe yaramayacağını savundu. Şükrü Pündük, fakültelerdeki hocaların ders vermemelerinin bir alternatif olabileceğini belirtti ve "Hocalar diyecek ki, bu kadar mimara, plancıya gerek yok; siz zaten bildiğinizi yapıyorsunuz" diye konuştu.


Nazmi Algan / Tabipler Odası: Sağlığın hak olmaktan çıktığı bir ortamdayız
30 - 40 yıl öncesinin sınıf mücadelesinide sağlık o kadar da kilit bir noktada değildi. Ancak 1970'lerin sonlarında başlayan neoliberal politikalarla birlikte sağlık da bir mücadele alanı haline geldi. Sağlığın metalaştığı, hak olmaktan çıktığı bir ortamdayız. Belediyeler de sağlık hizmeti sunuyor; ancak bunlar çok dağınık ve bölgeden bölgeye farklılıklar gösteriyor. Oysa belediyelerin işi altyapının tam ve doğru ulaştırılmasını sağlamak olmalı. Belediyelerin poliklinik açmaları, kaynak israfından, popülizmden ve zaman kaybından başka birşey değil.

İnci Beşpınar: Sosyal politikalar üretilmeli
'Sosyal devlet' kavramının içi boşaltıldı. Bu nedenle ne merkezi ne de yerel irade sosyal politikalar üretmiyor. İşsizlik, bulaşıcı hastalıklar, yoksullaşma ve bunların yarattıkları sorunlar için merkezi olduğu kadar yerelde de sosyal projeler üretilmeli.
Çağrı Doğan / Emirgan Altı Nokta Rehabilitasyon Merkezi: Engellilerin de kentsel bir mücadelede öncü olabileceğini gösterdik.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin boşaltma talebiyle başlayan mücadelemiz hala sürüyor. Hızla artan nüfus için kör okullarının kapatılması değil, yenilerinin açılması gerekiyor. Ortaya koyduğumuz direnç ile okul, çalışmalarını sürdürüyor. Bu süreçte engellilerin nasıl politik bir sermaye olarak kullanıldıklarını gördük; öte taraftan da kentsel bir mücadeleye öncülük edebileceğimizi.

Besim Sertok / 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu:Boğaz'a yapılan köprüler birer turnosol kağıdı işlevi görüyor
Yaklaşık bir yıldır faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Ben bir Sarıyer sakiniyim. Boğaz'a yapılan köprüler, birer turnosol kağıdı işlevi görüyor. Köprülerin, çevre ve bağlantı yollarıyla nasıl arazi rantı yarattığını; temiz çevre ve su hakkını nasıl ihlal ettiğini gösteriyor. 30 yıl önce akmakta olan çeşmeler, artık bugün akmıyorlar. Platform çatısı altında 50 oluşumu buluşturduk; toplumun bütün kesimlerini biraraya getirmeye çalıştık. Eğer sosyal belediyecilik yapılmak isteniyorsa, adayların köprüye bakış açısı bir kriter olacaktır.

Latif Şimşek / Validebağ Gönüllüleri: Artık gönüllü müyüm bilmiyorum; bıktım
Validebağ Gönüllüleri'ndenim; ama artık gönüllü müyüm yoksa değil miyim bilmiyorum, bıktım. Bizi, 13 yıldır uğraştırıyorlar. Eskiden işimiz daha kolaydı, çünkü yöneticiler arasındaki sürtüşmeler vardı. Ama şimdi hepsi bir koro gibi, aynı fikirde.

Gaye Yılmaz / Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu: BM, kapitalizmin sosyal maskesi
Birleşmiş Milletler (BM), kapitalizmin sosyal maskesi; ama o maskenin de makyajı akıyor. Suyun ticarileştirilmesi konusunda kendilerini çok iyi saklıyorlar. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, İstanbul'da gerçekleştirilecek su forumunda gündemde suyun özelleştirilmesinin olmayacağını söylüyor. Evet olmayacak, çünkü ellerinde özelleştirmeden daha yeni 'kamu özel sektör ortaklığı', 'yap işlet devret' gibi metalaştırma enstrümanları var. Hak ihlalleri durumunda genellikle 'insan hakları kararnamesi' referansı ile konuşuruz; ancak bu ihlalleri hazırlayan kararnamenin bizzat kendisi.

---

Sulukule'de evler kensel dönüşüm projesi kapsamında yıkılıyor.

Fatih Belediyesi tarafından gerçekleştirilen Sulukule Yenileme Projesi kapsamında Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri’nde altı gecekondunun daha yıkımı gerçekleştirildi.
Belediye ekiplerinin yıkımı gerçekleştirdiği sırada Sulukule Platformu üyeleri ve yıkım ekipleri arasında zaman zaman gerginlik yaşandı. Yıkım dolayısıyla Mimar Sinan Üniversitesi öğrencileri de mahalle halkına destek verdi.
Polis desteğinde sabah saatlerinde mahalleye gelen yıkım ekipleri önceden kırmızı boya ile işaretlenen evleri yıkmaya başladı. Yıkım ekipleri mahallede 6 gecekondunun yıkımını gerçekleştirdi.


Yıkım sırasında Sulukule Platformu Üyesi Mimar Aslı Kıyat İngin’in yıkımı gerçekleşecek bir evinin tarihi eser özelliği taşıdığı için Anıtlar Yüksek Kurulu’na müracat ettiklerini söylemesi ve müracaatın sonuçlanana kadar yıkımın durdurulması gerektiğini belirtmesine rağmen belediye yetkilileri bu binaların imar planlarında tarihi eser taşımadığını belirterek yıkıma geçtiler.


Yıkımın ardından mahalle sakinleri de bir basın açıklaması yapan Hacer Foggo “Fatih belediyesi onlarca yıldır yaşadığımız mahalleden bizi atmak istiyor. Evlerimizi başımıza yıkıyor. Belediye evlerimizin kapısına kırmızı boyayla çarpı işaretleri koymaya başladı. Bu evlerde bizler yaşıyoruz. Çocuklarımızı yetiştiriyoruz. Yıkılırsa sokakta kalacağız” dedi. Foggo ayrıca “Bizler ne TOKİ’nin Taşoluk konutlarının bedellerini ne de Sulukule dışındaki yerlerin daha yüksek olan kiralarını ödeyecek durumdayız. Bizlere alternatif barınma imkânları sağlanmadan evlerimizden çıkmayacağız” diye konuştu




-------

25.01.2009 İlave:

Sulukule Platformu Basın Açıklaması


Sulukuleli Çocuklar Yıkımı Durdurdu!

23 Ocak Cuma günü, Fatih Belediyesi'nden gelen yıkım ekipleri, aylardır Çocuk Merkezi işlevini gören binayı yıkmak üzere bölgeye vardıklarında karşılarında çocukları buldular. Yaşları 4 ile 12 arasında değişen yaklaşık onbeş çocuk, dozerlere rağmen binanın üst katına çıkıp pencerelerden yıkımlara ve belediyeye karşı hep bir ağızdan sloganlar attılar, şarkılar söylediler ve darbukalarını çaldılar.

Çocuklar, atölyede gönüllü abla ve abilerinin bulunamadığı ve dolayısıyla merkezin kapalı oldugu bir anda dozerlerin geldigini duyunca bir kac dakika içinde kendi kendilerine harekete geçtiler… Büyüklerini bile cağirmaya firsat bulamadan veya gerek görmeden birbirlerini hızla haberdar ettiler… Evlerinden , darbukalarını da almayı unutmadan merkeze koşan çocular, hemen binaya girip kendilerini kilitlediler ve belki de dünyanın en ilginc ve türünde bir ilk olan direnişi gerçekletirdiler…


Çocular, darbuka çalıp, şarkı söylerek sloganlar attılar: 'burası Sulukule, burda yıkım yok!', 'Sulukule bizimdir, bizim kalacak!', 'Sulukule buraya, yumruk havaya!'… Nakaratlarıyla büyüdükleri 'Aman Sulukule, Canım Sulukule' adlı şarkıyla coştular…

Haberi duyup olay yerine gelen, Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği başkanı Şükrü Pündük'ün araya girmesiyle zabıta, çocukların binayı işgal etmiş olmasının yıkımı olanaksız hale getirdiğine karar verip mahalleyi terk etti. Ekipler mahalleyi terk ederken çocuklar şarkılar söyleyip darbukalarını çalmaya devam ettiler.

Çocuk Atölyesi 2006'nın mart ayından bu yana, yıkım alanında yaşayan çocuklarla, okuma yazmadan, resim, darbuka kurslarına, sirk çalışmalarından, tiyatro oyunu sahnelemeye kadar çeşitli alanlarda eğitim buluşmaları düzenlemekte olan gönüllü bir oluşum.
Mahalle Derneği, zorunlu yer değiştirme ve yıkıma maruz kalan çocukların travmadan kaçabildikleri, ve manevi destek bulabildikleri tek alan olarak varlık gösteren atölyenin mahalledeki yıkımlar tamamlanana kadar ayakta tutulmasını talep ediyor. Zabıtalar yaklaşık 2 hafta önce de yıkmaya geldilerinde atölyede bulunan gönüllüler duruma itirazlarını dile getirmişler, buna karşılık Fatih Belediyesi talebin yazılı ve resmi bir dilekçe halinde kurumlarına iletilmesi gerektiğini belirtmişlerdi. İmzalı dilekçeyi belediyeye ileten gönüllülerin ve mahalle derneğin çabaları karşısında, belediye söz konusu binanın son ana kadar yıkılmayacağına dair prensip sözü vermişti. Ama belediye, geçtiğimiz Cuma günü, merkeze yine dozerleri gönderek bir kez daha sözünde durmayacağını gasterdi…

Sulukule 2007 yılından bu yana Fatih Belediyesi ve TOKİ işbirliğince hazırlanan dönüşüm projesi kapsamında gerçekleştirilen yıkımlara sahne oluyor. Proje, tarihi Roman mahallesinin ortadan kadırılıp yerine taklit sivil Osmanlı ve Türk mimarisi örneği villalar, bir otel ve bir alışveriş merkezinin de bulunduğu yeni bir alanının inşa edilmesini öngörüyor. Belediyenin projesine karşı çıkan sivil mücadele 2006 yılından bu yana devam ediyor, ancak günümüze değin proje alanındaki 500'ü aşkın binanın yaklaşık 150'si yıkılmış durumda. Yaklaşık 5000 kişi zorunlu yer değiştirmeye maruz kaldı ve kalmaya devam ediyor…

Sulukule Platformu

No comments:

Search This Blog