Kırık spagetti, sanat,mevsim

Kırıyoruz.
Erişte gibi olsun diye.
Hem özelliğini bozuyoruz kendisi olamaz artık
hem de istediğimize dönüşmüyor
asıl hiç böyle yapır.


Bu nacisane şiirimin aşağıdaki yazıyla alakasını kurmayalım lütfen, yok çünkü.

----
Five international video artists show works focusing on the body/ wide spread myths of today's culture / endless flows of images that remould today's international geopolitical issue/not-for-profit organisation promoting contemporary art / within current cultural production and exploring their role within mainstream media and activism / aimed at contributing to activate the public space
e-flux'dan gelen duyurulardan gelişigüzel seçtiğim cümleler.http://www.e-flux.com/ Meselem e-flux değil, ordan derlemek kolay diye yararlandım. Ama meselem flux...hem de özetimsi kısaltılmış ve aynılaşmış yapısı.

...

Sanat için Dev gibi külliyatlar, kitaplar, araştırmalar, yorumlar, güncel dünya meseleleri, birçok insanın günlerce emeği, depresyonları bir-iki kelimeyle bir bültende özetleniyor ne güzel. Ama her farklı şey için aynı kelime dağarcığı savrulunca da hakkınca ifade etme iletişime geçme sorunları doğuyor. Ya da ben artık ayırd edemiyorum.

Güncel sanatın halleri. Bir 'öncelik-sonralık' ilişkisi kaymış, bir fazla akıllıklık sarmış ki, rahat olmak mümkün değil. Yani sanki herşey böyle; henüz olmadan önce biliniyormuş gibi...

Öncelik sonralık şöyle ki, biz önce bir eylem gösteririz, bir konu konsept etrafında derdimizi görünür kılacak işimize yarayan anlamlı bir dizi eylemdir bunlar. Sergi yapmak, konser yapmak gibi... Mesela bir "yazarlık toplantısı" yapıyoruz bir kahvede, mesela davet ettiğimiz mahalleliyle bu işin yapılmasından önceki planlar işin maksimum düzgünlükte yapılmasını sağlar, bu açıdan önemlidir bu çalışma. Ama önce hesap edilen bunun güncel sanat bağlamında nasıl bir zemine oturacağı olunca işte orada deneyimlemeden adlandırma sorunları çıkıyor. Hatta kendi elinle projenin olası açılımlarını da baltalıyorsun zaten, bunun duyurusunu da kalıba döküyorsun... Veya işte bir sanat mekanın daha ilk tecrübesinde kendisini alternatif addedmesi gibi. Ama bu sonraki süreclerde değerlendirilmesi gerekirken önceden daha başlangıçta vurgulanıyor. Zira tüketecek kitlenin beklentisi de, algısı da biliniyor. Sonra yapılması gereken değerlendirme önce yapılıyor, sonraya da pek bisey kalmiyor haliyle. Sanat eleştirisinin kendine bir yol bulması lazım geliyordu o biraz eksik kaldı. Galiba ondan böyle sonuçlar oluştu.

İstanbul'da veya herhangi bir yerde bir sanat oluşumu sözkonusu olduğunda, bir dizi gizli bir uyulacak kurallar ve yapılması gerekenler listesi var. Zaruri olanlar bir tarafa bir kısmı da ezbere bunların. İşte ezber olanlar da hikayelerin yaşamasına, birşeylerin farklılaşmasına izin vermiyor, nefes aldırmıyor.

Galiba en iyisi güncel sanat bağlamından koşarak uzaklaşmak.

Sanat "profesyonel" üretilince tadı hepten kaçıyor. Herhangi bir meslek alanında profesyonellik, o alanın ürettiği bilgi dağarcığına hakimiyeti ve önemli sayılan değerlerin tahahüdünü kabul etmek oluyor. Bu uygun değil işte. Dolayısıyla sanatın sunum biçimleri de bu profesyonelleşmeden dolayı çeşitliliğini yitiriyor. Belki de sanatın kullandığı eşyalar; segileme şekilleri, iyi tasarımlar, açıklayıcı metinler, fazla kullanılmaktan anlamını iyiden iyiye kaybeden tek tek kavramlar veya basın bültenlerinin, herşeyin derece derece homojenleşmesindedir sorun bilemiyorum. Sanatın tüketilme şekli de sıkıcılaştı belki. Hani böyle sektörün genel görsel dili/tavrı da mı sıkıcılaştı?

Kim dedi şimdi hatırlamıyorum,tamam Eray (Makal) dedi, bunların üzerine "vasatlık" sorunu var çağın.

İşte herneyse, sanat alanındaki bu son derece bilinçlilik-profesyonellik hali beni bu bilinçle yapılmayan kendiliğinden gelişen faaliyet alanları ve gruplara ulaşma hissimi tetikliyor. Naiflik aramıyorum tabii ki, ama kendiliğindenlik belki... Kendimi de diğer güncel sanat insanlarını da değişken bağlamlarda "tutuk" buluyorum. Zira tehlikeli alandayız, kendini "en açık görüşlüler" safhında görmek, sanki görüşleri daraltırmış gibi seziyorum. Hani körleşiyormuyuz acaba, hani toplu olarak birbirimizin dilini onaylayıp yuvarlayıp başka yörünge dışı olasılıkları bu yollla kapatıyormuyuz. Acaba?

Birbirimizi iyi anlıyor olamak iyi ve ancak bilerek ortak bir dili paylaşmakla mümkün, ama bu ortak dile ait olmayanıüretmek ya da anlamaya çalışmak- bu yuvarlamalarla çerçeveleniveriyor.

Tahlil, tehşis, yorum nereye kadar tabi ama tüm bunları yazmak, harekete doğru itiyor insanı. Memnunum.

...

Mevsim dönüşümlerini hep çok sevdim. İlk swetshirt giyme anı, şort üzerine uzunkollu ceket akşamüzeri birden başka mevsimden hatta iklimden gelmiş bir serinlik. Nedense yaz sonu hüzünlü olduğu söylenir, ben hep "tam zamanında" yazın bittiğini düşündüm. Bilmiyorum, belkide mevsimler benim herseyi boyle toptan -ancak tartılır bir tarafı varsa- anlayabilen kafama uygun. Güneş doğup batıyor ya günleri anlıyorum, hava sıcaklığı değişiyor mevsimleri de anlıyorum. Haftalara ve aylara bu nedenle kayıtsızım. Hafif serinlik var. Yapraklar sallanıyor dışarıda, hafif bir rüzgar. Neyseki hala mevsimler var.

Elimizde olmadan gelişen herşeyin varlığı beni sevindiriyor.

...

Gouk. guk guk gu guk. uk. ukk.uk!

Mutfak penceresinde bir cift, bir cift de balkonumda yasiyor, eder dört kuş. Bildigin sohbet/muhabet kaynatiyorlar tüm gün.. Arada duyduğum diğer sesleri tarif edeyim, akşamüzeri disardan aneeeeee! annneeee' diye bagiran zannedersem iki yıla sokakta oynamayi birakip, iç mekanda korkunc ergen kavgalarına baslayacak bir çocuk sesi, arka tarafta komsular cesitleniyor ama ses yok pek. Günde herkesin yuksek sesle bir-iki şarkı dinleme hakki var, herkes ve ben de bu gizli kurala uyuyorum, pek saygili pek hoş. Boylece birisi komsularimdan iki Air sarkisi patatiyor, kibariyeciler tasindi onlar bu ritueli hergun yaparlardi, bir tane genc var Beybiiie beybiiieee diye dans ediyor olmalı salon halısı üzerinde. Ben hep başka birşeyler dinliyorum. Etrafta -tek korkum olan- uzaktan gelen televizyon sesi yok buna çok memnunum. Çan sesi, aralarda ezan. Sesizlik oldu mu guzel oluyor. Taksimin duyulan kaynagi belirsiz gurultusu, uzaktan aslında duyulmayan ama hissedilen uguldaması yok.

Kuşlar var kuşlar!

Daha ne olsun.

-uk guk gu kgu.
-guuuk uk.
-peki

...

Kaşıkla yenebilsin diye spagettileri kırmak bulunduğumuz coğrafyada yaygın görülen bir adettir, margarinle makarna pişirmeyi de yine onlar buldular.

4 comments:

köken said...

bi de o sipa sipa gettileri tencereye sigsin da kapagini kapayalim diye kirarlar, cok aglar o sipa sipa gettiler.

dino said...

dun gece spagetti yapacakti alpino. ben de dedim ki ben bunlari kiriyorum da oyle yapiyorum artik. o da dedi elmas da oyle diyor, ben de hemencik girip baktim. berlin de serin idi aksam. bir hafta kaldi!

Unknown said...

marcel'den yolum elma's dustu. sanat uzerine pek guzel soylenmis. soylenilmis. bu once sonra olayi hepimizin basini yakiyor, ondan cikis aramak da cikan yangini bilmeyen insanlara savuruyor, arayis icindeki sanatcilara obje olma korkusu marjinelleri sariyor. berlin'de parkta oturan bir teyze kameramizi indirip "gizim, bizi auslaender programlarina alet etme" diyor. sokagimizin dijital delikanlisi fotolarinin bir sergi'de gosterilmesi olasiligina butun resimlerini yirtarak cevap veriyor. belirlenmek istemiyorlar. ne once ne sonra. geriye kaliyor pek tutucu bir sekilde mahalle'de oturmak, yakin cercevelerin kenarlarinda gezinmek, bilinmeyene el uzatmamak, hani kendi icine donuklugu bir tur kurum haline getirmek. eeee, ne oldu, elde var yine kirik sipagetti!
sedista iyi pazarlar diler.

ElmasDeniz said...

Teşekkür ederim yorumuna. Biraz geç oldu ama...

Yazıyı başka amaçla yazmıştım aslında ama önemli. Bana öteki deme diyen kişi aslında seni örteki ilan ediyor. Bu da büyük bir sorun.

Bu yazarlık çalışmasında karşıma çok fazla çıktı( yani gerçekten yapıyorum bu tür bir çalışma) iletişim kurmak istediğin kişi ilk düşmanın oluveriyor.

Kırık spagettiden hoşlanmıyorum ben.

Search This Blog